Neşet Ertaş Kentin Tezenesi İncelemesi – Yunus Ülger

Ustaların bağlaması 17 perdeden oluşurken Ertaş’ın bağlaması 37 ile 43 arasında değişen perde sayısına ulaşmış, bir tambura dönüşmüştür(1).

Yunus Ülger’in Neşet Ertaş Kentin Tezenesi kitabının incelemesini buradan dinleyebilirsiniz.

İçerik Özeti

Neşet Ertaş‘ı bir hayran olarak değil bir birey olarak ele alan Yunus Ülger‘in yaptığı, bugüne kadar yayımlanmamış söyleşileri inceleyeceğiz. Anı Kültür’den çıkan bu nehir söyleşiyi açımlamaya çalışacağız. 

Kitap Hakkında Bilgiler

Editor: Yunus Ülger
Yayın Tarihi: 01.10.2021
ISBN: 9786051706313
Dil: Türkçe
Sayfa Sayısı: 136
Cilt Tipi: Karton Kapak
Kağıt Cinsi: Kitap Kağıdı
Boyut: 13.5 x 19.5 cm

Anadolu’da babayla oğlu aynı zevkte buluşturan ender insanlardan biridir Neşet Ertaş. Sesi bozkırın ortasındaki bir çakırdikeni gibi dimdik çıkar bozlaklarda. Bu nedenle kütüğü bozkır olanlar tapınırcasına sever onu. Bu sevgi o kadar benzer ki anne baba sevgisine, mesela üniversiteden arkadaşım Ömer ozanın her ölüm yıldönümünde mezarı başına gidip duasını okur, akşam döner gelir rakısını içer uyur. 

Şimdi gelin bu büyük ozanla söyleşen yazarı tanıyalım.

Yunus Ülger Kimdir?

Yunus Ülger, Nevşehir doğumlu bir gazeteci. Önceleri Hürriyet, Sabah gibi gazetelerde çalışmış. 2009’da Almanya’ya göç etmiş. Ortaokul yıllarından beri de amatör olarak bağlama çalıyor ve halk müziğiyle ilgileniyor. Neşet Ertaş: Kentin Tezenesi de sanırım onun yayımladığı ilk kitap. Ülkemizde benzer nehir söyleşiler çok sık yayımlanmıyor ve yayımlandığında da yazarından çok doğal olarak söyleşinin yapıldığı kişiye odaklanılıyor. Ancak burada Yunus Ülger’in hep hayranlıkla anılan Neşet Ertaş’ı bir insan olarak ele almaya çalışmasını da unutmamak gerekiyor. Batı edebiyatında nasıl Zweig sayesinde muhteşem biyografiler okuyabiliyorsak ve bu biyografilerde yaşamı anlatılan yazar kadar Zweig’ın da büyük bir emeği varsa Neşet Ertaş’ın da daha iyi anlaşılmasında gelecekte Neşet Ertaş kadar Yunus Ülger’in de emeği olacağını söylemek gerek.

Neşet Ertaş Kentin Tezenesi Özet

Kitap, Neşet Ertaş’ın yaşam öyküsüne kendi ağzından tanık olmamızı sağlıyor. Yunus Ülger ilk olarak bozkırın tezenesi adıyla özdeşleşen Neşet Ertaş’a bu adın kim tarafından yakıştırıldığını anlamaya çalışıyor. Sözün ilk kez Neşet Ertaş’ın Yugoslavya’daki hapis yıllarında Hapishane’ye gelen bir Yaşar Kemal kitabının üzerinde yazdığını tespit edebiliyor ancak bu kitabın Yaşar Kemal tarafından mı yoksa başka biri tarafından mı gönderildiği belli değil.

Uzun süredir edebiyat alanında içerik üreten ve alana yakın alanda doktora yapan bir birey olarak Türkiye’nin edebiyat tarihi için büyük önem taşıyan her olay ve kişinin bir yerlerde Yaşar Kemal’le temas ettiğine ilişkin bir tespitim var. Bu Aşık Veysel‘de de, Mehmed Uzun‘da da böyle. 

Güzel bir yakıştırma olsa gerek bozkırın tezenesi kalıcı oluyor ve milyonlar tarafından kullanılıyor. Ancak Yunus Ülger, Neşet Ertaş’ın karakterini bulmasında ve tanınmasında asıl kentin olanaklarının payı olduğunu düşündüğü için Neşet Ertaş‘a kentin tezenesi demeyi daha uygun buluyor.

Neşet Ertaş sahnedeyken (kaynak)

Neşet Ertaş sahnedeyken (kaynak)

Ertaş’ın yaşam öyküsünü özetleyecek olursak Kırşehir’de doğan ve duyduğu ilk ses saz sesi olan bir Abdal çocuğuyla karşılaşırız. Ertaş’ın babasıyla köy köy gezerek düğünlerde çalmaya başlamasıyla biçimlenen kaderini görürüz. Türlü nedenlerle Abdal’ların insan yerine konmadığını gören Ertaş’ın ceketini sırtına alarak Ankara’ya geldiğine tanık oluruz. Bir dönem TRT Radyo’da çaldığını, önce Ankara pavyonlarında, sonra İstanbul’da program başı ücretle sahne aldığını öğreniriz. Önce Avrupa turnesinde dolandırıldığını sonra tekrar ülkesine geldiğini ancak 1977-78 yılları arasında işi nedeniyle kendini alıkoyamadığı içki alışkanlığı yüzünden saz çalan parmaklarının durduğunu, tedavi aramak için Almanya’ya geldiğini öğreniriz. 

Kendisi yaşam öyküsünü katıldığı bir televizyon programında şu biçimde anlatmaktadır:

Ozan’ın tekrar keşfedilmesi ise Almanya’da herkesten uzak yaşadığı 20 yılın sonunda gerçekleşecektir. Neşet Ertaş, Almanya’da çocuklarının ve eli kendisine bakan gariplerin geçimini sağlamak için düğünlere gitmektedir. Ancak 20 yıllık suskunluğu, herhangi bir yayın kuruluşunda görülmeyişi hakkında öldü dedikoduları çıkmasına neden olur. Bu durum Ertaş’ın Almanya’daki düğün işlerini de etkilemeye başlayınca bir gazeteye ölmediğini ispatlamak için röportaj verir ve talihi o tarihten sonra değişmeye başlar.

Neşet Ertaş Kentin Tezenesi Konusu

Kitap, bu söyleşiyi Neşet Ertaş Türkülerinin Kaynakları, Alevilik ve Bektaşilik Hakkındaki Görüşleri gibi bölümlere ayırarak vermiş. Nehir söyleşiyi aksatmadan böyle bir bölümleme yapılmasını hem çok zor hem de çok doğru buldum.

Neşet Ertaş’ın Abdallar’la ilgili söyledikleri beni derinden etkiledi:

“Köylere giderdik karın doyurmaya. Köye varırken, ‘Fışkılar geliyor,’ derlerdi. Köylü çocuklarıyla oynarken, çocuklar, ‘Biz topraktan, siz fışkıdan olmuşsunuz.’ derlerdi. Bu kadar aşağılanmışlık ise madem şu Türk ise, madem şu Kürt ise, madem şu Laz ise, Çerkez ise, ben de Abdalım dedim.”

Ahu Gazinosu'nun bir fotoğrafı

Ahu Gazinosu’nun bir fotoğrafı (kaynak)

Söyleşi Neşet Ertaş’ın yaşamına ışık tutmakla birlikte Türkiye’nin bir dönemini de ilk elden deneyimlememizi sağlıyor. Kitabın öne çıkan konularından biri TRT’deki yönetim değişiklikleri. Neşet Ertaş Muzaffer Sarısözen‘i saygıyla andıktan sonra kimi zaman isim vermekten kaçınsa da çok gerçekçi bir biçimde eleştiriyor TRT’deki değişimi:

“Önceleri orada rahmetli Osman Özdenkçi vardı. Osman Özdenkçi, benim yeni türkülerime imkan verirdi. Ondan sonra egoist düşünceli kimseler onun yerine geldiler. Bizim türkülerimiz besteymiş, yok şuymuş, buymuş.” – Sayfa 51

Alıntılar

Yukarıda da değindiğimiz gibi kitap bir taraftan da Neşet Ertaş’ın tanıklığında Türkiye’nin bir dönemini tüm gerçekliğiyle gözler önüne seriyor. Ozan’ın çocukluğuna denk gelen 1940’lı yıllar ortalama yaşam beklentisinin 40 – 45 yıl olduğu, doğan her dört bebekten birinin sağlık hizmetlerine erişim sorunu yüzünden yaşamını kaybettiği bir dönem. 

“Biz bir anadan beş kardeştik. birisi, anam öldükten sonra üç aylık kaldıydı. O, bakımsızlıktan, üç aylıkken öldü. Biz de küçücüktük. Necati, Ayşe, Nadiye, biz bir anadanız. Babam ikinci kere, Yozgat’ın Kırıksoku köyünden evlendi. Ondan da dört oğlan oldu. Ekrem, Ali, Muhterem, Cemal. Bu Cemal, kafası küçük doğdu, sakat doğdu çocuk. Muhterem, o da sakat oldu, eli kolu tutmuyor, sallanıyor. Biraz da onun büyüğünde var, üçü sakat. Bir tanesi sağlamdı, onu da evlendirdik, şükür şimdi. iki kız çocuğu var.” – Sayfa 42

Neşet Ertaş, çocukluklarında doktor diye bir şey bilmediklerini, ayaklarına ayakkabı bile giymediklerini anlatıyor. Ancak benim metinde en çok dikkatimi çeken anekdot ise şuydu. Neşet Ertaş, Muzaffer Sarısözen’in kendisini müzik okuluna götürmesinden söz ederken Yunus Ülger araya giriyor bir soru soruyor:

“Size böyle övücü sözler söyledi mi? İyi çalıyorsunuz ya da iyi söylüyorsunuz gibi.”

Ozan’ın yanıtı ise çarpıcı. Kendinin ne kadar farkında olduğunu gösteriyor. 

“Hayır, o cahile söylenir, o biliyordu.”

İstanbul'dan bir görünüm.

İstanbul’dan bir görünüm.

Kitapta o yıllardaki gazino kültürüne ilişkin ilginç notlar da var:

“Fasıl çalıyordu, fasıldan sonra ben çalıyordum. Orada İstanbul’un bir şeyini daha görüyordum. Benden bir türkü dinlemek isteyenler, istediklerini yazdıkları kağıdın içine iki buçuk lira koyuyorlardı, bir garson getiriyor bana veriyordu. Bunu takdir ederim yani.” – 55

Neşet Ertaş’ın yaşam öyküsü ancak eskiden annelerimizin babalarımızın anlattığı, 21. yüzyılda gerçekleşmesini olanaksız bulduğumuz anlarla dolu. Ancak gerçek. İşin sarsıcı yanı da bu. Saz evini açma öyküsü aşağıda anlatıldığı gibi 21. yüzyılda olması olanaksız dersiniz ama 20. yüzyılda gerçekti. 

“Saz evini açmanız nasıl olmuştu?

Saz evini ben açmamıştım. Oraya saz almaya gitmiştim, param yetişmedi, ben saz çaldım adam. Çıktım gidiyordum, adam beni geri çağırdı, “Gel sen ortak ol dükkana.” dedi. Ben “Param yok.” dedim Olsun.” dedi. “Borçlanırsın bana, beraber çalışırız ödersin.” dedi. Çocukları yokmuş beni evlatlık yerine koydu. Sonra orayı bana devretti, gitti.” – Sayfa 75. 

Neşet Ertaş, derviş ruhlu bir insan. Parayla pulla yaşamı boyunca çok işi olmamış. Mütevazı yaşamı da bunu somutlamak için yeterli. Israrla düğünlere gitmesinin nedeni de bu derviş ruhuyla paralellik gösteriyor. 2004 yılında Hürriyet Gazetesine verdiği söyleşide neden hala düğünlere gittiğini şu biçimde anlatıyor:

“Niye düğünlere gidiyorsun dersen, insan hayatının en kutsal günü düğün günü. Bu mutlu günlerde anım kalsın istiyorum. büyük küçük herkese hitap etmek için düğünlere gidiyorum. Saatlerce coşkuyla oyun havaları, halaylar çalarım, en sonunda da benden türkü dinlemek isteyenlere türkü çalarım. onlar sabırlıdırlar, beklerler.” – 130.

Hürriyet Gazetesi, Köln-Bergheim, Ekim 1997

Hürriyet Gazetesi, Köln-Bergheim, Ekim 1997

Genel Değerlendirme

Kültürel olarak sevdiğimizi aşırı sevip kutsallaştırıyoruz. Bu nedenle sevdiğimiz kişileri bir birey olarak ele almakta, yaşantısı üzerine farklı okumalar yapmakta zorlanıyoruz. Yunus Ülger’in kitabı bize daha önce hiçbir yerde yayımlanmamış söyleşileriyle işte bu biçimde çok sevdiğimiz Neşet Ertaş’ı yeniden tanıma olanağı sağlıyor. Ezbere konuşmak yerine Neşet Ertaş’ın neden bu kadar başarılı olduğunu, yaşam öyküsünde ne gibi kültürel kodlar saklı olduğunu inceliyor.

Hakkında doğru bilinen birçok yanlış olduğunu öğreniyoruz. Ozan’ın sonradan Leyla adıyla sembolleştirdiği karşı cinse aşkın evet eşi Leyla Ertaş’tan hareketle ortaya çıktığını ama evliliklerinin anlatıldığı gibi büyük bir aşkla gerçekleşmediğini keşfediyoruz. Okul bitirmemesine rağmen Ertaş’ın sanat ve yaşam hakkındaki görüşlerinin hayli çağdaş olduğunu seziyoruz.

Neşet Ertaş - Kentin Tezenesi Kitap Kapağı

Neşet Ertaş – Kentin Tezenesi Kitap Kapağı

Ne dersek diyelim Neşet Ertaş, aşıklık geleneğinin bilinen ünlü ve etkili son temsilcisi, babadan oğula geçen bu kültürün sonu geldi ya da gelmek üzere. Romantik bir söylem gibi gelebilir ama bu kültür öğesinin yok oluşu, belirli bir bakış açısının ve yaşam biçiminin de yok oluşu anlamına geliyor. Dünya halkları olarak bu öğelere sahip çıkıp bunları benzer yapıtlarla somutlaştırmazsak, tekil ve birbirine benzer, saman gibi yaşamlar sürmek zorunda kalacağız. 

Bu nedenle neredeyse 30 yıldır yayıncılık yapan Anı Yayıncılığı da akademik kitapların ötesine geçerek kurduğu Anı Kültür ile Türkiye Kültür Mirası’na böylesine önemli bir kitap kazandırdıkları için kutlamak gerekiyor. Editör Tuğba Çelik Korat’ın nehir söyleşinin yapısını bozmadan kitabı başlıklandırması, Yunus Ülger’in de Neşet Ertaş’ın ağzından çıkan sözlere çok dokunmaması hayli yerinde olmuş. 

Bu söyleşinin muhteşem bir sesli kitap adayı olduğunu ve söz gelimi Neşet Ertaş’ın ölüm yıldönümünde bunu Storytel’de yayınlarlarsa en çok dinlenen kitaplar arasından çok uzunca bir süre inmeyeceğine inanıyorum.

Anadolu’nun birikimini önemsiyoruz. Türkiye’nin kurtuluşu bundan yüz yıl önce Anadolu’dan başladı. Bugün de bir değişim ve gelişim olacaksa önce Anadolu’dan başlayacak. Anadolu insanı ikna olmadan hiçbir şey gerçekleşmeyecek. Bu yüzden bu alanda okumaya, yazmaya, anlamaya ve kültür mirasını kaydetmeye devam edeceğiz. 

Kaynaklar

https://maiotik.com/asik-veysel-gercekte

https://maiotik.com/mehmed-uzun

https://tr.wikipedia.org/wiki/Muzaffer

https://dergipark.org.tr/tr/download/

Wikimedia.org 

Facebook.com

1 Parlak, Erol: Garip Bülbül Neşet Ertaş,

2. Cilt, İstanbul 2013, s. 127.

Neşet Ertaş Kentin Tezenesi İncelemesi
  • Anlatı
  • Kurgu
  • Biçem
  • Atmofer
5

Kısaca Görüşüm

Anadolu’nun gerçek mirasını görmek için Türkiye topraklarında doğmuş herkesin mutlaka okuması gereken bir kitap.

Yorum Yaz